Sayfalar

29 Mayıs 2014 Perşembe

BEYİN ZEHİRLENMESİ

Kafatasının içindeki nöronlar birbirine yapışıp bir iplik gibi uzadı. Önce birbirlerine örgü gibi dolandılar, sonra her bir örgü birbiriyle düğümlenmeye başladı. Düğüm düğüm, düğüm düğüm.
Günlerce süren bu dolanmaç o kadar acılı ve uzun sürdü ki, kafatasının içi- hani bir bitkiyi saksıdan çıkardığında köklerine bakarsın, saksıdan taşamadığı için birbirine dolanmıştır ya- bitkinin köklerine benzedi. 
Gerçekten de beyin yerine bir saksı taşıyordu belki de.
Baş ağrısının sürekliliğinde diğer biyolojik ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyordu. Beyin, karmakarışık ve balçıklaşmış haldeyken, beden hayatta kalma içgüdüsüyle su içiyor, açlığını bastırıyor ve uyuyordu. Gerekli işlerini asgari hareketle halletmeye gayret gösteriyor, beynini mümkün olduğunca çalıştırmamaya özen gösteriyordu.


Herkes kurtarıcının 'sevginin gücü' olduğuna inanmıştı..! Kanseri yenen, tümörleri küçülten, komadan çıkaran sevginin gücü, birbirine arapsaçı gibi dolanmış nöronları da çözebilirdi. Sevmeyi, sevilmeyi beklemesi tembihleniyor, çok düşünmemesi, beynini rahat bırakması, nöron iplikçiklerini daha da fazla dolamaması hakkında doktorlar tarafından uyarılıyordu.
Yavaş hareketlerle işlerini görüyor, düğümlenen nöronlar her geçen gün ızdıraplı bir baş ağrısına neden olduğundan insanlarla iletişim kurarken kısa cümlelerle, aksi ve net konuşuyordu. Özellikle göz teması kurmamaya dikkat ediyor, çünkü duygularını yöneten sağ beyin lobunu yormamaya özen gösteriyordu. Çok büyük bir hastalığa yakalanmıştı ve bütün tıp tek ilacın sevginin gücü denen şey olduğunu iddia ediyordu.

Sonra bir sabah uyandı. 
Ve ölecek gibi oldu. 
Kafatasının içi o kadar karışmış, nöronlar o kadar sıkışmıştı ki gözlerinden dışarıya sıvı akıtıyordu. Bunun yanında kusma hissi ve kulaklarında  aynı ritimde 1000 desibellik uğultu yaratıyordu. Yatağından kalktı, derin ve sık nefeslerle düşünmeye başladı. 
Ancak ona tembihlenenin tam aksini yapıyor; düşünüyor, sorguluyor, araştırıyor ve inceliyordu! Doktorlara göre bu bir intihar girişimiydi. Arapsaçına dönen nöronları azdırarak beyninin şişip büyümesine, hatta patlayarak kafatasının çatlamasına neden olabilirdi. Tıpkı saksıya sığmayan köklerin saksıyı çatlatıp dışarı uzayışı gibi..
Düşündükçe, irdeledikçe baş ağrısı dayanılmaz bir şiddete ulaştı. Saçlarını köklerinden çekiyor, ağrının odağını değiştirmeye çalışıyordu. Sonra anladı..

Sakince birbirine dolanan nöron iplikçikleri gevşemeye başladı..
Düğümler en sıkı, en acıtan yerlerinden yavaş yavaş çözüldü. Daha sonra örgü halindeki iplikçikler belik belik açılmaya başladı. Her şeyi anlamıştı ve yeterliydi; çözülen iplikçikler suda eriyen şeker gibi tane tane nöronlarına geri ayrıldı. Baş ağrısı yerini hafif bir dinginliğe bıraktı. Artık idrak etmişti ve anlamasıyla birlikte gelen duygu, onu bu hastalıktan kurtarmıştı: nefret. 
Doktorlar yanılmıştı, tıp yanlıştı, herkes hatalıydı. Bir yerlerden gelecek saçma 'sevginin gücü'ne ihtiyacı yoktu; onu yalnız ve yalnız nefretin gücü kurtarmıştı. 
Uzun zamandan sonra ilk defa baş ağrısı olmadan yatağına uzandı.
Uzun günlerden sonra ilk defa huzurlu bir uykuya daldı. 
İronikti ama nefret ona huzur sağladı.

"Tuhaf, bazı kimseler birinden nefret etmeden başkasını sevemezler." 
Victor Hugo

Hiç yorum yok: